Harvardlı Doktor Hürriyet’te! Obezite Tarihe Karışacak! Mucize İlaç Yolda… Zayıflarken Bu 3 Şeyi Mutlaka Yapın

Haberin DevamıHaberin Devamı



– Obezite için hastalık demek mümkün mü? Evet, diyebilirsiniz çünkü tam olarak öyle. Enerji metabolizmasını düzenleyen yüzlerce mekanizmanın bir kısmında oluşan bir bozukluğa bağlı gelişen ve iltihaplı aşırı yağlanma ile karakterize bir hastalıktır. Yaygın görüşün aksine bir irade eksikliği ise değildir. Zira beyin, kilo almaya her zaman adapte olurken vermeye hiçbir zaman uyum sağlayamaz. Bunu, varoluşuna bir tehdit olarak algılar ve ne yapar eder verdiği kiloları geri aldırır. Bu, hastalığın doğal seyridir. Peki buna ne sebep olur derseniz de… Genetik yatkınlık, yanlış beslenme, ultra işlenmiş gıdalar, endokrin bozucu kimyasallar, antidepresan, antipsikotik, antiaritmik, kortizon benzeri ilaçlar, hareketsizliğe bağlı enerji denge bozukluğu, hipotiroidi ve hiperkortizolizm gibi hormonal bozukluklar, psikiyatrik yeme bozuklukları, genetik mutasyonlar, kronik stres, devamlı yüksek stres hormonları, insülin direnci, uyku bozukluğu… Üstüne günlerce konuşabiliriz. Yani obezite kalori fazlası ve hareketsizlikten çok daha fazlasıdır. Obezite, sağlıklı beslenme, egzersiz gibi hayat tarzı değişikliklerinin yanı sıra sebeplerine odaklanılarak, kişiselleştirilmiş, tıbbi tedaviyi de gözden kaçırmadan adres edilmesi gereken bir problem.

– Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 2023 yılında Türkiye, fazla kiloda yüzde 66.8 ile Avrupa’da ilk sıradaydı. Bu veriler bize ne anlatıyor? Geçen yıl Dünya Endokrinoloji Derneği ‘Endocrine Society’nin obezite grubu kurucu başkanı seçildiniz. Obeziteyle global mücadele de umutlu musunuz? ABD’de bu oran yüzde 70 civarında. Neredeyse aynıyız. En tehlikelisi çocukluk çağı obezite oranlarının yüzde 20’yi geçmiş olması. Günümüzde fazla kilolu olmak ‘yeni normal’ haline geldi adeta. Bireyler, toplum tarafından ‘iradesi düşük’, ‘boğazını tutamıyor’ gibi bir algıyla damgalandıkları için obezite ile mücadele edememekte, daha kötüsü de kısır döngü içinde hastalığın komplikasyonlarına yakalanmakta. Örneğin; bugün, ‘yağlı karaciğer hastalığı’ karaciğer naklinin en sık sebebi haline gelmiş durumda. Ayrıca hastalar kalp yetmezliği, diyabet, uyku apnesi gibi birçok ek hastalığa yakalanarak her gün toplumdan daha da izole olmakta ve toplumdaki ‘sorunlu’ vücut algısı sebebiyle ciddi ruhsal problemler yaşamaktadır. Ve bu durum maalesef hastaların hayat kalitesi ve beklenen yaşam süresini de 5-10 yıl kısaltmaktadır. Global olarak mücadele etmek zorunda olduğumuz bir problem. Meslek örgütleri ve hükümetler bazında büyük bir farkındalık var fakat henüz yeterli değil. Türkiye değerli akademisi ile bölgede liderlik yapabilir.

– Yakın zamanda yaptığınız bir çalışmayla ‘Yağlı Akciğer Hastalığı’ adı verilen yeni bir hastalığı literatüre kazandırdınız. Nasıl bir hastalık bu? Obezite maalesef hiçbir organı sağlıklı bırakmaz. Fazla kalori ve enerji, güvenli depo olan yağ dokusuna sığmamaya başladığında karaciğer, kas, kalp ve diğer organlarda birikmeye başlar ve bu da hastalıklara yol açar. Araştırdıkça gördük ki obeziteye bağlı gelişen hastalıklar farklı mekanizmalarla oluşuyor ve mevcut ilaçlarla da tedavi edilemiyor. Bütün organlarda aktive olmuş bir stres cevabı var. Şöyle düşünün; vücudunuz, bütün organlarda sanki bir mikrop varmış gibi savaş başlatıyor, cepheler açıp sağı solu bombalıyor. Ancak gelin görün ki ortada bir düşman yok, olan organlara oluyor. Haliyle zaman içinde organ hasarı ya da ilişkili hastalıklar gelişiyor. Biz, yeni araştırmamızda, akciğerlerin bu durumdan kendini koruyamadığını hem göğüs kafesi hem akciğer içinde hem de solunum yolları etrafında hastalıklı bir yağ birikimi olduğunu gözlemledik. Bu sadece mekanik bir sorun yaratmıyordu, yağ dokusundan salınan bazı hormonlar kan-hava bariyerini aşarak solunum yollarında astım benzeri nefes darlıklarına yol açıyordu. Yanı sıra akciğerin uzak bölgeleri eşit oranda havalanamıyor, sığ soluk alma da uzun dönem problemler oluyordu. Bu da bağışıklığı herhangi bir enfeksiyona daha yatkın hale getiriyor ve sonuçları da daha yıkıcı olabiliyordu. Bu durum, soluyabilmek için beyinden gelen sinyallerdeki bozukluklardan tutun da göğüs kafesinin yeteri kadar genişleyememesine bağlı oluşan kısıtlayıcı akciğer hastalığına kadar çok geniş bir yelpazede bir solunum sıkıntısı yaratabiliyor ve adres edilmeden, mevcut yöntemlerle de tedavi edilemiyordu maalesef.

– Vücudun DNA’sını çözebilmek obezite başta diyabet ve diğer hastalıklarla mücadelede etkili olur ve dahası ‘uzun yaşamanın sırrını bize verebilir mi sizce? Obezite tedavisinde yaşanan devrim, tam olarak bir biyolojik devrim aslında. Yani biz, enerji metabolizmasının moleküler biyolojisini keşfettik. Beynin iştahtan tutun da yeme davranışlarını, enerji harcama ya da depolama gibi fonksiyonlarını hangi mekanizmalarla yönettiğini öğrendik. Daha da önemlisi doğal iştah yanıtlarının neden bozulduğu ve bunların tamirinin nasıl olacağını da bulduk. Şimdi hastalık ile gelişen eksiklikleri yerine koyup, fazlalıkları da normale çekerek deyim yerindeyse, moleküler metabolizmayı ‘fabrika ayarı’na döndürerek obeziteyi uzun süreli ve güvenli olarak, diyabet ve kalp hastalıkları gibi komplikasyonlarıyla tedavi edebiliyoruz. Bu tedavi yöntemleri ise kalp, damar hastalıklarından ölümleri azaltarak, obezite dolayısıyla kaybettiğimiz en az 10 yılı bize geri vermekle kalmıyor, obezitenin önlenmesiyle de uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarını da veriyor.

Hayatını diyabet ve obezite ile mücadeleye adamış genç bir hekim olarak; zayıflarken/ iyi bir yaşam kalitesi için, ‘Şunu muhakkak yapın’ dediğiniz 3 şey nedir? 1- Ekranı bırakın, aktif, hareketli ve sosyal olun. 2- Erken uyuyun, geçmişe takılı kalmayın, kendinizden başlayarak affetmeyi bilin. 3- Kilo koruma için kas sağlığınıza odaklanın, yüksek proteinden beslenirken ağırlık ve direnç egzersizleri yapmayı da ihmal etmeyin.

– Daha önce bir röportajda ilaç formuna getirdiğinizi duyurduğunuz palmitoleik yağ asidinin sağlıklı kilo vermeye yardımcı olacağını duyurdunuz. Nedir bu yağ asidi?Bu, az önce bahsettiğiniz tedavi yöntemlerinden biri mi? Biz sağlıklı, normal kiloda olan bir bireyin kilo alırken vücudunda neler değişiyor, hangi aşamada kişi, hangi moleküler mekanizmalar vasıtasıyla sağlıklı kiloda olmaktan çıkıp obez hasta konumuna geçiyor bunu araştırırken, hamsi ve benzer balıklar, tam yağlı süt ürünleri, macadamia fındığı ile iğdede bulunan ve palmitoleik adı verilen bir yağ asidinin, vücudumuzun enerji fazlasıyla mücadele ettiğini ve adeta bir ‘yangın söndürücü’ gibi kullandığını keşfettik. Ki altını çizmeliyim, 17 yıl önce Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil Hocamızın laboratuvarında keşfedilmiş bir mekanizma bu. Şöyle işliyor; vücut yakamadığı ekstra enerjiyi yağ formunda güvenli bir şekilde depolarken, palmitoleik asidi de bir ‘haberci’ olarak diğer organlara gönderiyor ve diyor ki: ‘Bu ekstra enerji tehlikeli. Bunu ben depoluyorum sen depolama!’ Şu an insanlı klinik deneylerini yaptığımız molekül işte bu palmitoleik asit; karaciğer yağlanmasını, insülin direncini, kalpte yağ birikimini önlüyor, bağışıklık hücrelerini sakinleştiriyor, obezite komplikasyonlarına karşı sınırlı bir cevap oluşturuyor. Vücut bu yağ asidini aslında kendisi üretiyor ancak sınırlı üretiyor. İşte biz, ‘daha doğal bir tedavi olamaz’ diyerek, içindeki zararlı palmitik asidi çıkarıp, palmitoleik asidi saflaştırıp, gıdalardan, yemekle alamayacağımız yüksek doz ve saflıkta bir ilaç formuna getirdik. İhtiyaca ve doza bağlı olarak obezite tedavisinde yardımcı bir ilaç, obezitenin önlenmesinde önemli bir gıda takviyesi olacak – Geliştirdiğiniz bu ilaca Türkiye’de ulaşmak mümkün olabilecek mi peki? Evet, şu an klinik deneylerde kullandığımız saf formun, Türkiye’de de ulaşılabilir olması hatta Türkiye’de üretimi ve araştırmalarının yapılabilmesi için önemli bir çaba sarf ediyorum.
Haber Kaynak : CNNTURK.COM
“Yayınlanan tüm haber ve diğer içerikler ile ilgili olarak yasal bildirimlerinizi bize iletişim sayfası üzerinden iletiniz. En kısa süre içerisinde bildirimlerinize geri dönüş sağlanılacaktır.”